'Kayıp Taşlar' bulundu

Birgün Gazetesi
GÜN ZİLELİ
‘Kayıp Taşlar’ bulundu
“Taşlar belki bir gün birilerinin eline geçer” cümlesiyle bitiyor Asuman Bayrak’ın romanı. Belli ki o taşlar birilerinin eline geçmiş ve Asuman Bayrak, bu taşlardan hareketle, Kabil-Habil efsanesini temel alan güzel bir roman yazmış.( Asuman Bayrak, Kaybolan Taşlar, Ayrıntı, 2012-06-18)
Bu son cümleyi yazan, ağabeyi Kabil tarafından öldürülen Habil’in ikiz kız kardeşi Lebuda. Habil gibi sarışın, mavi gözlü, uysal ve uyumlu Lebuda. Lebuda, özellikle annesi Havva’nın yönlendirmesi altında asî Aklima’yı yatıştırma peşindedir. Aklima, Kabil’in ikiz kız kardeşidir. Aynı Kabil gibi o da inatçı, asi ve özgürlüğüne düşkündür. Kabil gibi esmer ve yeşil gözlüdür. Bu ikizler daha çok babaları Âdem’e benzerler. Habil ile Lebuda ise anneleri Havva’ya. Bir de romanda “ufaklıklar” olarak geçen ve sayıları belli olmayan küçük kardeşler vardır ama onların olaylara da, romana da pek bir katkıları yoktur.
Roman, Kabil’le Habil çekişmesi üzerine kuruludur. İki zıt karakter. Kabil, isyankâr, tutkulu ve açık sözlüdür. Habil, itaatkâr, akılcı ve hesapçıdır. Çağlar boyu çatışan iki zıt karakter. Akmila da ikizi Kabil’in özelliklerine sahiptir. İkizi Kabil’e âşıktır; Kabil de Akmila’ya. Tutkulu bir aşktır bu ve başlangıçta bu aşkın önünde hiçbir engel yok gibidir. Ne var ki, insan, belli ki daha başlangıçtan beri kendi trajedisini kendi elleriyle yaratan ve bu trajedi nedeniyle büyük acılar çeken bir canlı türüdür.
Aklima, tabii ki o zamanlar kan bağı tabusu olmadığı için, en doğal hakkı olan, sevdiğiyle aynı yatağı paylaşma isteğini annesi Havva ile babası Âdem’e bildirir. Ama bir sorun vardır. Romanda bu sorunun ne olduğu tam anlaşılmaz ama anne ile baba nedense, herkesin gözü önünde yaşanan bu aşkı reddederler ve Kabil ile Aklima’nın birleşmesine karşı çıkarlar. Aslında bu kararda daha çok belirleyici olan Havva’dır. Eğer Havva karşı çıkmasa, Âdem bu aşkı onaylayacak ve bu aşkın serbestçe yaşanması, sadece âşıkları değil, herkesi (belki Habil hariç) sevince boğacaktır. Ne var ki, anne ile baba, Aklima’yı Kabil’e değil, Habil’e uygun görürler ve işte o andan itibaren, cinayetle noktalanacak kavga başlar.
Aslında, keşke dikkatle okunsa, Asuman Bayrak’ın romanı bugünün insan ilişkileri konusunda çok önemli ipuçlarına ve bu ilişkileri çıkmaza sokan hata ve önyargılara işaret ediyor. Örneğin:
“Âdem’le Havva, kendilerini Aklima ile Kabil’in yerine koyup düşünmeyi denememişti. Çocukların söz dinleyip boyun eğmesi gerektiğine inanıyorlardı. Neden böyle bir karar verdiklerini diğerlerine anlatıp tartışmak da istemediler. Buyruklarla yönetmeyi tercih ettiler. Cümleleri varsayım içermiyor, açık kapı bırakmıyordu.”
İşte her adım başında rastladığımız ve kimi zaman ağır trajedilere, bedellere yol açan insanlık zaaflarından biriyle karşı karşıyayız. Karar verme yetkisine sahip olan her kesim, dışına kapalı bir kliktir aslında. Şu yukarda söylenenleri bugünkü ailelere de, yönetimlere de, okullara da, her yere uygulayabilirsiniz. En az iki kişi baş başa verir ve kararın hedef aldığı insanlara hiçbir şey danışmadan onlar hakkında kararlar alır, karar öncesinde büyük bir sır perdesi yaratırlar üstelik ve bir kez karar alındıktan sonra da onun uygulanması için diretirler. Sayısız uyumsuzluk, tartışma, çatışma ve kavga bu tutumdan doğar aslında. Ama günün birinde, bu tür kararlardan zarar görenler de bir karar yetkisi ele geçirdiklerinde aynı şekilde davranırlar çoğunlukla, ne yazık ki.
Nitekim Aklima, haklı olarak şöyle sorar:
“’Ya ben?’ diye itiraz etti Aklima. ‘Benim isteğim önemli değil mi? Ağaca sormadan kesmeyen, hayvanın fikrini alan, beni ezip geçiyor.” (s. 98)
Gerçekten de öyledir. Âdem ile Havva, kesecekleri hayvanın ya da ağacın bile fikrini almaya özen gösterecek kadar duyarlı ilk insanlardır. Ama iş kızlarının ya da oğullarının kiminle evleneceğine gelince onların fikrini almayı bile akıllarına getirmezler.
Dolayısıyla çocukları karşısında iki kişiden ibaret bir örgüt yönetimi gibi davranan Âdem ile Havva, kendi iç uyumları uğruna, cinayetle sonuçlanacak korkunç bir çatışmanın taşlarını kendi elleriyle döşerler. Oysa birbirleriyle çatışmayı göze alsalardı böylesine büyük bir çatışmanın önüne geçebileceklerdi:
“’İçimdeki şüphe ortaya çıktı. Yanlış bir karar vermiş olabiliriz.’
‘Sakın ikircikli davranma’ dedi Havva. ‘Hamdolsun akıl sahibiyiz. O kadar konuşup tartıştık, doğru yolu bulduğumuzdan eminim.’
‘Haklısın.’
İkisi de karşısındakinin fikrini destekliyor, aynı minvalde konuştukça, hata yapma ihtimalini göz ardı ediyorlardı. Üstelik şüpheyle yaşamak zordu, kuşku yumağı her daim ağır, eziciydi. İnsan attığı adımların doğruluğundan emin olup huzurlu yaşamak istiyordu.” (s. 105)
Üstelik bu” örgüt”ün mensupları eskiden birer asi de olsalar durum değişmezdi. Şimdi iktidar onlardı:
“Aklima ile Kabil asi ruhluydu, ancak Âdem baba ile Havva ana, yani ilk isyankârlar, ilk başkaldıran ikisi, Aklima ile Kabil’den kayıtsız şartsız itaat bekliyordu.” (s. 172)
Asuman Bayrak, romanında düşman tarafların nasıl tıpatıp birbirine benzemeye başladığını da çok güzel anlatıyor:
“İki erkek karşılaşınca birbirlerini uzun uzun süzdüler. Bakışları görmek için değildi, karşısındakini ezmek, yenip yok etmek içindi. İkisi de farklı davranmıyordu, o anda ikisi de alabildiğine birbirine benziyordu.” (s. 119)
“İkisinin de kasları seğiriyor, alınlarında biriken ter damlaları nefretlerini büyütüyordu. Hafifçe iki yana açılmış gergin bacaklar, sıkılan yumruklar, ısırılan dudaklar, başın her hareketiyle savrulan saçlar, kıvılcım saçan bakışlar ikisinde de aynıydı. Zerre kadar farkları kalmamıştı. İki kardeş artık birbirine düşmandı.”
Belki de “kardeş kadar birbirlerine benziyorlar” yerine, “düşman kadar birbirlerine benziyorlar” demek daha doğru bir deyiş olurdu.
Asuman Bayrak’ın romanında hayli ilginç saptamalar, üzerinde düşünülmesi gereken dikkat çekici cümleler var. Bir anlamda felsefi bir roman bu. İşte şu kısa cümle örneğin:
“Hem savaşı barışı bilmezdik.”
Barışın ancak savaşın olduğu yerde var olabileceğini anlatan özlü ve ilginç bir cümle bu. Gerçekten de, eğer savaş yoksa hatta böyle bir şey bilinmiyorsa orada barışın ne işi var, ne gereği var. Barış savaşın olduğu yerde olur, barışması gereken taraflar varsa var olur. Barışın olduğu yerde de her zaman savaş kapının eşiğinde beklemektedir.
Ya Lebuda’nın ağzından ifade edilen, Aklima ve Kabil’i tanımlarken, cesaret, direnme, merak, macera  ve özgürlüğün ayrılmazlığını anlatan ve insanın yüreğini taze özgürlük rüzgârlarıyla dolduran şu güzel satırlar:
“Biz daha küçükken, Habil’le ikimizi kandırıp nehir kıyısına götürdükleri günü hatırlıyorum da… Az kalsın boğuluyorduk. O günden sonra su kenarına gitmek hepimize yasaklanmıştı. Ders almadılar, yakalanınca cezalarını çeker, ilk fırsatta yine aynı şeyi tekrarlar ve başları beladan kurtulmazdı. İkisi de engellenmeye tahammül edemiyordu.
“Bir zamanlar onların hayranıydım. Ah, evet bunu açıkça yapmalıyım. Hele o sarmaşık çözme çabaları… Çok çok eskiden Âdem babayla Havva ana, bazen bizi evin önündeki incir ağacına bağlayıp bir yerlere giderdi. Habil ile ben sessizce beklerdik. Kabil ile Aklima ise bağları didikleyerek koparmaya uğraşır, katiyen kabullenip oturmazlardı. Bir kere kurtulmayı başardılar ve gelip bizi de çözdüler. Âdem babayla Havva ana inanamamış, hepimiz cezalandırılmıştık.
“İkisi de korku nedir tanımazdı. Âdem babaya çekmişler ya…
“Omuzlar geriye atılmış, çene hafif dışarı çıkık, dimdik yürürler, karşılarına kim ya da ne çıkarsa çıksın tanımaya çalışır, asla çekip gitmezlerdi. Onların durduğu yerde durmayan, öteyi beriyi karıştıran halleri gözümün önüne geliyor.
Habil ile benim tam aksi… Zıt kardeşler yani.” (s. 168-169)
Ve özgürlüğün değerini ancak yaşlandıktan sonra anlayan Lebuda’nın ağzından çıkan şu sözler romanı da, insanlık efsanelerini de çok güzel özetliyor:
“Ormana, karşı dağlara, gökyüzüne bakarken ‘Hey! Özgürlük’ diye bağırıyorum. ‘Sana muhtacım. Sensiz hayat çekilmiyor. Eksikliğini, anlamını, değerini, muhtevanı, önemini yeni fark ettim. Bundan böyle, yaşamam senin hatırınadır. Sözüm, efsanem, masalım, hikâyem sana dair olacak…” (s. 184)
Kayıp taşlar bulundu.
Orjinal metin
 

Bir yanıt yazın